14 Şubat 2010 Pazar

Dostlar ve Şekil Değiştiren Günler

Her şey ışıl ışıl parlayacak! Wuuuuu…



Selamlar Ziyaretçiler,


Umarımdır herkes iyidir zira benim açından çok sıkıcı ve fiziksel acı dolu bir hafta geride kaldı ama birçok şey de parıldadı, iddia ettiğim şey buydu zaten ama önce anlatacağım öncesindeki bir haftamdan bahsedeyim.


Tiyatro çalışmalarını yaptığımız KSB Binası nam-ı diğer “Kıvrımlı Ev” öylesine soğuktu ki… Yaşamanız gerekir. Anlaşılan o ki birçok kişi Pazar günleri orayı kullanan insanların ısınmaya ihtiyaçlarının olmayacağını düşünüyor, çünkü kaloriferleri yakmıyorlar. Kaloriferlerin yanmamasının sonucunda, üstelik onca zahmetli tadilattan sonra bile Kıvrımlı Ev’in ısınmamasının sağlanamıyor oluşuna sebep olan İTÜ yetkililerine duyduğum nefreti izninizle belirtmek istiyorum. Umarım kendileri de bir gün popoları donarken, üstelik dışarıda kar fırtınası varken ( okulun Ayazağa denilen bir dağın tepesinde olduğunu belirtmeme gerek yok sanırsam) tiyatro yapmanın zorluğuna eş bir durumla karşılaşırlar ve bizi anlarlar. Isıtsın artık şu KSB yi, tırabzanları iç karartıcı bir siyaha boyamakla olmuyor o işler, aaaa yeter be. Yani öyle yaptığımız iş çok zor ve bizi çok eziyorlar edebiyatı yapmak değil amacım, zaten gerekte yok ona isteğimiz ısınmak sadece, Türkiye’nin en iyi üniversitesiyiz diye övünüyorlar ama sayelerinde 6 gün boyunca 39 derece ateşle yattım, felaketti.


Nefretimi kustuğuma göre yaptığım neşeli girişe devam edebilirim sanırsam. Evet, bugün her şey ışıl ışıl parlayacak, bu iddia ile çıktım yola hak ettiğimi almak için. Bunca zaman yatakta yatmak çok çok çok sıkıcıydı. Yani bir yandan dâhil olmam gereken yoğun bir süreç vardı ve ben ondan uzak kalmıştım; ayrıca acı çekiyordum, mide bulandırıcı rüyalarla uğraşıyordum. Yani bunca tersliğin üstüne evden çıkışım görkemli olmalıydı ki tam bir Çatı günü yaşayarak bunu başarmış oldum.


İTÜ’deki hayatım boyunca ilk defa Gümüşsuyu’ndan ders alıyorum, üstelik bu fakültenin kapısından dahi adım atmamış olduğumun da farkındayım. Birçok insanın bizim okulun bu kadar dağınık olmasından dertlenmesine şahit oldum, aslına bakacak olursanız bu bence en son şikâyet edilecek mesele. Yani dersler arasında sorun oluyor diyorlar ama lütfen biraz makul olun, yani diğer fakültelerden Taşkışla, Gümüşsuyu ve Maçka arası en fazla yirmi dakika ki onun için bile ağır olmanız gerek, Ayazağa’dan ise her birine ulaşım yarım saat. Lütfen biraz hareket edin ve mızmızlanmayı kesin olur mu, sadece Ayazağa’ya kapalı kalmak istiyorsanız sadece oradan ders alın olsun bitsin.


Çok asabi ve huysuzum, hissedilebilir belki; sebebini bir hafta yataktan çıkamamış olmamam verebiliriz mantıklı da olur.


Gümüşsuyu’ndan bahsetmek istiyorum biraz. Evet, Taşkışla’nın ilk sersemleticiliğine sahip değil ama söyleyebileceğim şey kokusunu çok sevmiş olduğum; ikna edici geldi. Üstelik karanlık havası da beni cezp etti, “hoş geldiniz, ” dediğini duydum tüm binanın lakin benim kulağıma fısıldadığından benden başka kimsecikler duymamış olabilir; özellikle de önümdeki üç zibidi kılıklı, hiç sevmedim, yol boyunca insanlara bakıp gülüştüler. Şöyle atkımla boğasım geldi üçünü de ama kendime yakıştıramadım.


Neyse bu büyülü şatomsu yerdeki (fazlasıyla abartıyorum, aslen güzel ve karanlık bir bina ama hayal gücüme izin verince işler biraz daha eğlenceli hale geliyor; apaçık şizofrenik lakin zaten Çatı’da böyle bir yer değil mi?) ilk on beş dakikamı sınıfımı arayarak geçirdim. O kısım biraz rahatsız ediciydi çünkü derse yetişmeye çalışırken bir fakülteyi keşfetmek can sıkıcı oluyor, bölüm derslerini FEB de alan biri olarak söylüyorum bunu. Gelelim sonuca, Gümüşsuyu hoş bir yer, karanlık ve insanları çok sevimli değil ama zaten kaç sevimli inan kaldı ki geriye? Bundan sonra Perşembe öğleden sonralarının hoş geçeceği apaçık, önemli olan daha ışıldatmak…


Hastalıktan sonraki ilk günüm olması sebebiyle pek bir hevesle attım kendimi dışarıya. Woooo, Gümüşsuyu’na gidiyorum edasıyla sallanaraktan koyuldum yola. Geçen dönem derslerdeki üstün başarısızlığımdan dolayı, kendime geleyim diye bana sadece 15 kredi alma hakkı verdi ki bilmeyenler için belirteyim bu gözetime kaldığım anlamına gelmekte, bu yüzden sadece bu ders için yola koyulmuş oluyorum. Dersi veren kadın hayli ilginç biriydi, iyi niyetli klasik öğrenci tabiriyle, dersi fazlasıyla ilginç bir hale çevireceğe benziyor.


Dersin ardından, Taksim’e doğru çıkarken sağımda bir kitabevi&kafe buldum daha doğrusu derse giderken dönüşte uğrayayım diye karar kılmıştım. Hala T.S. Eliot’a ait olan Old Possum’s Book Of Practical Cats adlı kitabı aramaktayım ama orada da bulamadım. İlginç olan içeri girince adamın bana “ Ooo, yine mi siz geldiniz? Hoş geldiniz, zaten artık sizi görürü görmez tanıyorum.” demesi idi. Gülümseyerek, karşımdaki beyefendinin kibarlığında buraya hayatımda ilk defa geldiğimi söyledim. Önce şaşırdı, sonra da beni diğer öğrencilerden biriyle karıştırmış olabileceğini ama hala ona çok tanıdık geldiğimi söyledi. Kasa başındaki beyefendi de üst katta kafede çalışan hanımefendi de çok nazik kimseler gibi görünüyor, kitapları fazla inceleyemedim ama biraz vakit ayırmaya değer bir yer; ileri de fikirlerimi paylaşırım.


Ardından, hızla o sırada Taksim’de buluşmuş olan eski dostların yanına doğru yollandım. Pitheciella ve Caledonia ile benim bu kadar çabuk geleceğimi bilmiyorlardı, minik bir sürpriz oldu onlara. Eski dostlar her daim eski dostlardır, eğer doğru kişilerse. Ne yaptığımız açık, uzunca dedikodu yaptık birazcık edepsiz şeylerden bahsettik(!), yemekten konuştuk, hikâyelerden bahsettim onlara ve dedikodu yapmaya devam ettik. Lilium Martagon, sevgili Lilium Martagon, ah Lilium Martagon… Çok yorgun olduğundan ve eve geç dönebileceğinden gelemeyeceğini belirten bir mazeret araması yaptı. Kızmadım ama üzüldüm, şu hatunun üşengeçliği bazen insanı deli ediyor ama nane likörü ve bitter gibi zağar vazgeçemezsin de hayatta. Telefonda çok acıklı konuştu, ben de biraz mırın kırın edip küsmediğim konusunda onu temenni ettim ve telefonunu Caledonia’ya geri verdim. Sonra gözümüz yollarda Eostre’yi bekledik ama onun da işleri vardı ve bize yemekte katılacağına söyledi. Bizde bir kilisenin karşısındaki bir binanın en üst katından, yeraltında bir mekâna yemek yemeğe gittik. Orada bana Undomiel’den bir mesaj geldi, nasıl olduğumu soruyordu. Ben de Caledonia aracılığıyla ona iyi olduğumu, hastalığın çıktığını ve onları çok özlediğimi söyledim. O da bana o zaman Kadıköy’e gelmemi çünkü Cocidius için doğum günü kutlaması olacağını söyledi!!!!!!!!!!!!!


İşte bu sürpriz olmuştu. Eostre geç kalınca ben de vapura yetişmek için hızla Kabataş’a doğru yollandım. Meydan çıkışında Caledonia ve Pitheciella ile birlikte Tekel İşçilerini yürüyüşüne takılsak da yetişebildim.


Şekil Değiştiren Günler nasıldır bilir misiniz? Aslında herkes yaşamıştır. Bir gün içinde bir sürü farklı renkte şey yaşarsınız.arka arkaya yaşanan, hızla geçen olaylardan oluşurlar ancak hiçbiri birbnirine karışmaz, ahenklidirler. Bir animagus kadar hızlı değişir herşey =) O günün öyle olacağını düşünmemiştim bile ama Undomiel’in mesajı tabiri caizse birçok şeyi kıpırdattı. Karşımızda kelimenin tam anlamıyla bir Şekil Değiştiren Gün vardı sevgili hanımefendiler ve beyefendiler. Evet efendim, aynen öyle…


Bunca gün yattıktan sonra Gümüşsuyu’na gidip denizi görmek harika olmuştu şimdi bir de içinden geçecektim; Ey Rabbül Âlemin ben çok seviyorum şu İstanbul dediğimiz şehri, beni ayrılmak zorunda bırakma yalvarırım ondan. Bu güzellikten sürgün edilenlerin çektiği acı kim bilir ne katlanılmazdır…


Vapurda Undomiel’den gayrı sevgili Bombadil ve Manannán mac Lir de oradaydı, özlem duyulan arkadaşların sahneye geri dönmesi her zaman eğlenceli olmuştur. Harikalık derecesinde sıradan bir vapur yolculuğundan sonra Kadıköy'e ayak bastık ve Cocidius ile Samantha’yı iskelede bulduk. O andan sonra Undomiel’in bulduğu o hoş mekâna doğru ilerlemeye başladık. Birçok kişinin daha sonrada onaylayacağı gibi tek eksiği deniz manzarasıydı. Bizim için hazırladıkları oda şıktı ve girişteki lafımı doğrularcasına “Işıl Işıl” dı. Dünyanın en harika yeri değildi ama o gün için Avalon bile sayabilirim orayı, yaptığı nokta atışı adına buradan Undomiel’e bir AA veriyorum. Albus uzunca bir süre çok beğendiğini belirtti ki sonuna kadar haklı.


O gün ilk defa pek çok defa bahsi geçen Melancholy Baby’nin kuzenini görmüş oldum, ayrıca uzun zaman sonra Kirke ve Freja’yı görmek iyiydi. Kirke her zamanki gibi şıktı ve göz alıcıydı, tam bir cadı(!) ışığına sahip olsa da günün şıkı tabi ki yeşilleriyle Béfind idi. Tüm çabaları sönük bırakıyordu ikisi de, hatta Bran onları şık bulmamı kıskandı, ilginç. Nudd kafasında uyumla taşıdığı kırmızlı şapkadan da bahsetmeden geçmemeliyim tabi ki, ricası üzerine hepimiz zarar gelmemesine dikkat ettik.


Evim uzak olduğu için erken ayrılsam da, beklediğimden çok daha fazlasını buldum ve bazen sadece mutlu olmak gerekebiliyor. Güzel bir gün ve onu güzel yapan bir güzel sürü insan… Hastalığın ardından gelen bu hediye övülmeden geçilemez.


Çok uzun bir yazı oldu hatta sanırım şimdiye kadar yazdıklarımın en uzunu ama gerekiyordu bu. Bir de buradan yüzsüzce bir isteğim var, sevgili Mr.Pumpkin Cityboy’a daha çok yaz lütfen =) hastayken seni ve Claire de Lune hanımefendiyi okumak çok hoş oldu. Bir de Barış Manço dinledim sürekli, hatırı sayılır bir süredir dinlemiyordum.


Ben Kış Cadısı, bunlarla uğraştım bir süre. Anlatacak daha çok şey olsa da, verdiğim bunca yorgunluğun ardından size onlardan bahsetmeyeceğim.
Mutlu olmanın yollarını arayın,
Bugünün büyüsünün adı "Akşamserinliği" yeniden,
Görüşmek üzere Ziyaretçiler,
Bana yazın:)
Sevgilerimle,

 
Callieach Bheur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder


Takipçiler =)

Gelenler Gidenler