13 Eylül 2010 Pazartesi

Boşkafa Barnabas

Kitapta adı geçerdi hani ama hiç göremedik kendisini. Aşağıda , Boşkafa Barnabas sekiz ifrit'e bale yapmasını öğretiyor. Pek bir HP havamdaydım paylaşayım dedim.

Sevgilerimle
Öpüyorum,

Callieach Bheur

9 Eylül 2010 Perşembe

Çıplaklık

Çünkü, çocukluğun saflığını cinsellikle buluşmamışlığa bağlayanların apaçık ikiyüzlü olduğunu düşünüyorum. Çocukların cinsellikten uzak olmadıklarını unutup, cinsel dürtüyü lanetlenmişliğin işareti olarak görüyorlar. Bakirliğin bedende bağlandığını sanıyorlar; sinirlerde...  İnsanları bedenlerinden soğutuyorlar, suçluluk duygusundan haz alıyorlar adeta. Tüm korkuların sebebi oluyorlar bir anda ve asla tükenmiyorlar.
Çocukluğun saflığı keşfetmeye bağlı değil mi? Cinsellik de keşfedilecekler arasında o halde, çocuklar da bunun apaçık farkında. Mamafih,  bedenlerini artık insanlardan saklayamıyorsunuz; artık değil tatlım.

2 Eylül 2010 Perşembe

Ben,

Why does it always rain on me?

desem...
O, bana

Mızmızlanmayı kes ve kapa çeneni!

der.

Severim onu.


Callieach Bheur

31 Ağustos 2010 Salı

20

Yazın son günü demek, doğum günüm demek 
 

Bakın Bu Hem Eğlenceli hem Önemli:D:D(Harry Potter Severlere)

Sevgili Ziyaretçiler,

Camenta'nın verdiği bilgiyi yayma amaçlıdır bu yazı. Sanırsam Harry Potter and the Deathly Hallows galalarından bir tanesinin de Türkiye'de yapılması için bir imza kampanyası başlatılmış. Bu harika, herkes destekleyebilir, çok kolay.
http://www.hp7trgala.com/site adlı linkten imza kampanyasına katılın, lütfeen. Oyuncular buraya gelse hoş olur değil mi? Yani, Dame Maggie Smith gelmez muhtemelen ama olsun. Destekleyein ve Harry Potter sever bloggerlar siz de lütfen haberin yayılmasına yardımcı olun.

iyi kalın,


Callieach Bheur

30 Ağustos 2010 Pazartesi

İğrenç Şeyler?

Ne söyleyebilirim biliyor musunuz? İstanbul gibi bir şehirde 31 Mayıs 2010'dan beri uygulanan bir saçmalık var. Tüm raylı ulaşım sistemleri saat 00.00'dan sonra kullanıma kapatılıyor. Bu önceden 00.45 idi Ne farkı derseniz, evime dönemez oldum okuldan, saçmalığın daniskası! Yani ne amacın var, ne işe yarayacak anlamıyorum. Dışarı çıkma otur evinde diyorsan zaten bir işe yaramayacak, güvenlik için diyorsan eğer eve dönemeyen insanların güvenliği ne olacak diye düşünmeni tavsiye ederim çünkü bu daha da kritik bir vaziyet. Bu uygulama bir an önce sona ermeli çünkü eve dönmem gerekiyor. Ayrıca İstanbul'da yaşıyoruz bırakın eğlenceyi burası çok büyük bir şehir Avcılar'da okuyup Sarıyer'de oturan insanlar bile var.

Kamuoyunun bilgisine,
Callieach Bheur

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Geçmişe Mazi Derler,

Selamlar Ziyaretçiler,
Haydi size eski bir turneden bahsedeyim :D


Tren yolculuğu hoştur, hele kendi sandalyenizi de yanınızda getiriyorsanız =)

ODTÜ'de kahvaltılar harika olur, özellikle İstanbul'dan geliryorsanız. Çatı alışmamış olan bizler için fevkalade bir yerdir =)


 Kahvaltıdan sonra sıkıcı şehir Ankara'yı dolaşmak...


 Ankara sıkıcı, evet  ama Anadolu Medeniyetleri Müzesi, kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Dolaşacağınız gün kesinlikle dinç olmanızı tavsiye ediyorum çünkü ben yol yorgunluğuna  dayanamayıp müzedeki puflardan birinde yarım saat uyumuştum.


 İlk günün akşamı ODTÜ Oyuncuları'nın oyununu izledik. Uyku uyumamışken 3 saat 15 dakikalık bir oyun izlemek ağır bir deneyimdi. İlk geceyi, bazılarımız Bombadil'in eski bir arkadaşının evinde geçirdik, ertesi gün bizi Ulus'da Kirit adında bir yere götürdüler. Koç Müzesi'nin tam karşısında. Harika yemeklere ve şirin dekorasyona sahip bir yerdi. Duvarlarında zihinsel engelli çocukların çizdiği resimler vardı.
 Bu anlattığım 23 Nisan sabahıydı, gittiğimiz yerde bir sürü hediyelik eşya satan yer vardı.
Sonra müzeye gittik.


 Bunları çalmak istedik :D


 Sonra kampüse döndük, sokak oyununın sonuna yetiştik. Çimlerde sohbet ederken bu kedi yavrusu yanımıza geldi. 


O akşam Peer Gynt'ü izledik.  3 saatlik bir oyun daha, hayatımda izlediğim en uzun iki oyunu arka arkaya iki gece izlemiş oldum. 


Ertesi gün ODTÜ Oyuncuları'nın 50. yıl kutlamalrı vardı. Akşam oyununda fazla miktarda sıkıntı vardı, damardan vermeye çalıştıkları, hatal ısaflaştırılmış, konsantre "Brecht" fazla geldi, yarısında çıktım.


Son günümüzde bizim oyunumuz vardı, kahvaltı yapıp biraz dolaştık.




 Oyun ve akşam yemeğinden sonra günün son oyununu da izleyip İstanbul'a geri döndük. En sade şekliyle ODTÜ Tiyatro Şenliği böyleydi benim için.


Sevgilerimle,
iyi kalın


Callieach Bheur

20 Ağustos 2010 Cuma

Çabuk Ol Lütfen!

Sevgili Caledonia :D

Feci İftar'ım geldi, yani sizinle olanından; çabuk ol bir an önce yapalım. Lakin Avrupa'nın da tadını çıkarmak gerek tabii :D



Callieach Bheur

İzleyiiin!

İzlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum, hele ki Tezer Özlü seviyorsanız ;)
Bilgiler aşağıda,
Öptüm,
Callieach Bheur

"Çocukluğun Soğuk Geceleri"
(Tezer Özlü'nün aynı adlı eserinden)

20 AĞUSTOS CUMA 20:30
İTÜ Maçka Kampüsü İşletme Fakültesi Tiyatro Salonu
...
Tek perde, 80dk.
Biletler:15TL

Çocukluğun Soğuk Geceleri, Tezer Özlü’nün çocukluk, ilkgençlik, kadınlık, cinsellik ve delilik temalarını, yaşam ve ölüm izlekleri etrafında, yalın ve sarsıcı bir dille işlediği, derinleştirdiği ve tartıştığı bir özyaşamöyküsel anlatı olarak, Türkçe edebiyatın aykırı ve ayrıksı örneklerinden biridir. Uzun zamandır oyunculuk uğraşına bir makam icrası şeklinde yaklaşan ve son dönemde tiyatro dışı metinleri oyuncu ile yönetmen ve oyuncu ile seyirci arasında kurulacak diyaloglar ışığında sahnelemeye yönelen Seyyar Sahne tarafından tek kişilik bir oyun olarak sahneye taşınmaktadır.

Detaylı bilgi ve rezervasyon için:
info@seyyarsahne.com / 0531 696 41 09
Lütfen oyun günü yapacağınız rezervasyonlar için telefon etmeyi tercih ediniz. Oyundan 30dk öncesine kadar bilete dönüştürülmeyen rezervasyonlar iptal edilir.

www.seyyarsahne.com

Güzel ve Çirkin

Selamlar,

Masalı bilmeyen var mı? "Güzel ve Çirkin" 'i, aslında ben yakın zamana kadar ziyadesiyle popüler sanırdım peri masallarını ama o benim şahsi ilgimden kaynaklı bir yanılsamaymış. Pek başarılı sayılamayacak bir "Güzel ve Çirkin" deneyimi geçirdim ama halen kalbimde feci bir sızıya sebep oluyor bu masal. Yani bilmiyorum ama peri masallarının yakaladığı bir başarı sanki bu;"Süt Kardeşleri" tekrar tekrar izlemek gibi. Beni korkutuyorlar, kederlendiriyorlar ve gülümsetiyorlar- ki ben de uykudan önce çok masal dinlemiş bir çocuk değilim aslında.


Yine de masallar her şekilde önemli çünkü aslında masal yazma işine sandığımızdan daha fazla soyunmuş haldeyiz . Anıları, yaşanmışlıkları, dedikoduları öylesine çok değiştiriyoruz ki çocuklara, yeğenlere, kardeşlere veya başka küçük veletlere anlatacak bir sürü yeni malzememiz oluyor (Blog'a yazmak için veyahut).


Yine özel olarak masallara dönecek olursak, öykü sevenlerin iştahını kabartacak kadar geniş bir mutfak var burada; hem de nasıl şekerim. Andrew Lang, zamanında bu mevzuyu incelemeye başlayan araştırmacılardan biri ve kendisi halk masallarını, dolasıyla peri masallarını toplamaya başlamış. Topladığı masallar, Türkiye'den Danimarka'ya ve daha pek çok ülkenin masallarından oluşmakta. Bu masalları belli kitaplarda toplamaya başlıyor. The Blue Fairy Book, Andrew Lang's "Coloured" Fairy Books  adlı serinin ilk parçası mesela ve bu yapıtların içlerinde aşina olduğumuz masalların aşina olmadığımız versiyonları bulunmakta. Kitaplara ulşabilirseniz, fevkalade metinler var içlerinde.


Peri masalları olunca mevzuu, aslında ipuçlarını ve yazılmamış parçaları kendinizde toplayıp, kaybolan parçaların kurtarılmasına yardımcı olabilirsiniz. Şöyle ki pop-kültür'de sık sık rastladığımız öğeler peri masalı kökenli olabiliyor, dahası köy yaşamını inceleme şansına erişmiş olanlarımız ise bu masal öğelerinin neyle beslendiğini çok net görebiliyor. Ninenizin anlattığı ve hiçbir yerde yazılı olmayan masalları kaydetmek bence çok faydalı olacaktır. Aile bağınız yakın zamanda köyden koptuysa veya kopmadıysa  araştırmanızı ve masalları dinlemenizi tavsiye ederim.Kırklara karışmak, peri düğününe rast gelmek gibi şeyleri duymuşsunuzdur muhakkak.Heyhat, masalları ve daha birçok sözlü eserleri koruyamaz durumdayız. Yani Anadolu gibi alabildiğine mistik bir yerde yaşayıp bunları yok olmasına izin vermek tiksindirci aslında. Neyse, her halükarda fevkalade peri masalları ile dolu bir yer Anadolu, ilginizi çeker ise araştırmanızı tavsiye ederim.

Öyle yani, Ramazan da olunca aklıma geldi =). İyi kalın,


Callieach Bheur

Bu arada, en sevdiğiniz peri masalı hangisi?

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Pekala,

Selamlar Ziyaretçiler,

Tamam, biliyorum hanidir pek bir şey yaptığım yok ve bazen gereğinden fazla müdahaleci oluyorum. Salakça olduğu apaçık ama samimiyetsizce olmadığını bilin. Artık Çayı'ya öyle uzun uzun yazasım yok, belki böylesi daha iyidir.

Belki de fazla insanların halini düşünüyorum. Fikir vermek isteyten varsa, bekliyorum...



 
Öyle,
İyi kalın,


Callieach Bheur

17 Ağustos 2010 Salı

Bir şey daha,

Mesela ,
Fark ettim ki Claire'i okumak da bana Taw Shee gibi bir etki bırakıyor, seviyorum okumayı. Hani öyle "Ay, ay, ay tıpatıp aynı benim yaşadıklarımla..." durumu olduğundan değil de bana sesini duyurabiliyor sanki; frekansı tutturmak gibi belki. Yıl boyunca en verimli takip ettiğim blog 'From Here To Eternity...' oldu apaçık.  Çatı'ya yazmadığım vakitler bile takip ettim yani... Bu arada Çatı'ya yazmaya başlayalı Hicri Takvime göre bir yıl oldu sayılır, geçen Ramazan'da yazmıştım ilk sanırım. 
Evet, işte bir itiraf size Çatı'yı kurarken büyük ölçüde Miss De Lune'dan etkilenmiştim; bu sebepten veya fazlasından bu yazıyı yazma isteği içerisindeyim.
Calli'den Claire'e Sevgilerle =)

Callieach Bheur

Öyle, Öyle

Ben blogumu toparlamak istemiyorum ki daha sahura çok var. Ayrıca böyle kendi kendime konuşur gibi yazmaktan zevk almaktayım. Öyle...


Callieach Bheur

16 Ağustos 2010 Pazartesi

...


Tam şu sırada Taw Shee çalmakta. Neden bilmiyorum -bilmek de istemiyorum- bu şarkıyı çok seviyorum. Mantıklı olmama isteği uyandırıyor; yani must not değil de have not, gibi. Saçma bir örnek mi oldu, bırak öyle olmaya devam etsin.

12 Puan...

Cidden hoşuma gitti, bu akşamki 12 puanımız Çatı'dan Olric'e; yazısına eklediği Dolunay altındaki Pan resmi için. Yazıyı da beğendim lakin resim seçimin kalbimden vurdu beni.
 
Bilginize...



Callieach Bheur

15 Ağustos 2010 Pazar

...

Ramazan sevilmeyecek şey değil. İlahi yönünü bir kenara aldığımızda, tam anlamıyla bir rutin kırıcı. Her şeyiyle, hayatının akışı değişiverir.

Seviyorum işte, huzur veriyor bana bu saatler.

Böyle,
İyi kalın,

Callieach Bheur

14 Ağustos 2010 Cumartesi

??

Bir şey soracağım;

İnsanları neden aşağılamaya çalışırsınız değiştiklerinde ya da anlamına göre "döndüklerinde" ? Siyasi görüş değiştiren insanlar aşağılanır ya da değişmeyenler övünür. 40 yıllık solcu oluşlarıyla övünür bazı insanlar, bazıları tam tersi...

Hep aynı kalmak mı güzel olan? Özünde temiz kalmaktan kastınız bu muydu?

Bu işte bir gariplik var hayatım...

Callieach Bheur

Not: 9 yıldır aynı sevgiliye sahip olanlar da tek gecelik ilişki yaşayanları hor görüyor. Hmmmm....

23 Temmuz 2010 Cuma

Öyle


Yeni kelimeler öğreniyordum, yeni sözler ve yeni harfler. Alef yapmayı… Sonra bugün biraz mum da yaktık ama sonra mecburen dondurduk alevlerini. Dokunamadığımız güller solmadı, yine de her şey aynı, hiçbir şey değişmedi.

אם ננעלו דלתי נדיבים דלתי מרום לא ננעלו
Ne diyeyim,
siz iyi kalın
Callieach Bheur

22 Temmuz 2010 Perşembe

Sıkıntı

Selamlar,

Odamı toplamam gerekiyor gibi, şu sıra fevkalade karmaşık; ah ne güzel, değil mi? Hayır değil. Odamda tek başıma olamadığım için durum daha bir bunaltıcı, havalar da öyle, bu sıcakta hiçbir şey yapmak istemiyorum. Yaz mevsimi İstanbul’un bu lanetlenmiş halinde hiç eğlenceli olmuyor, hele de şehrin bu kısmında hiç değil.
Fazla yakındım, pardon ama dayanamadım.
Notlarımı toparlamakta zorlanıyorum, bir şarkı listesi ararken karşıma biyokimya notları çıktı. Hemen söyleyeyim Hem grubu; kendilerinden hemoglobin içerisinde 4 tane bulunmakta. Her birine bir oksijen bağlanıyor.

Eh, bana müsaade
Sevgilerimle,
İyi kalın

Callieach Bheur

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Çatı'da Işık Var


Merhabalar Ziyaretçiler,

Uzun bir sessizlik sıkıcı olabiliyor değil mi? Kesinlikle ama benim için bardaktan dökülen su gibiydi; şöyle ki severek içinde bulunduğum bu yere yabancılaştım bir anda. Yani üzüldüm, bu kadarı açık olsun küften, lakin hiç çabalayamadım, yani yazmadım ve yazmadım ve yazmadım ve unutulmaya başladı Çatı. Benim Çatı’m. Buna izin vermemeliyim, mükemmel bir yer değil burası ve bir şeyler hakkında çığır falan açıyor da değil; fakat burası benim bir parçam olmaya başlamıştı ve ben bir anda saçma sapan bir soru ve sıkıntılı havalar yüzünden burayı boşlamaya başladım, öyle mi? Evet, aynen öyle oldu. İsteyerek yaptığım bir şeyden böyle uzaklaşıverdim, heveskârlığın dik alası. Hayır, bu olmamalı.
Öyle ya da böyle, burası artık var ve ben de geri döndüm. Umursayın ya da umursamayın, yazmaya devam; sadece burası için de değil. Daha az okunmak, daha az yazmaya sebep olmamalı. Yazmayı bırakmanın doğru bir sebebi olmalı sanırım veya bir sebebi olmamalı, zamanı geldiği için yazmayı bırakmalısınız. Demlenmek gibi belki, milyarlarca yıllık bir uykuya yatmış bir cehennem tanrıçası gibi uyandığında kıyamete devam etmek için. 

Benim için olan fazla bir şey yok. Yaz okulu ve tiyatro aynı şekilde devam ediyor; takla atmayı her gün öğrenip yeniden unutmak gibi saçma sapan bir beceri geliştirdim, tedirginliğime hayranım! Bir de bu yıl tatile çıkamayacağım sanırsam, aksi lanet(!) ne diyeyim.
Öyle yani millet, değişim yok, burası aynı, ben aynı, kana susamış halledeyim ama şirin bir şekilde. Bu arada söylememe gerek yok sanırım ama Cadı Karı şehre geri döndü, biline.
Sevgilerimle
Akşamserinliği üzerinize olsun
Callieach Bheur

17 Haziran 2010 Perşembe

Küçük Sırlar

Gossip Girl'ün Kanal D versiyonu yapılıyor, oyuncuların arasında Sinem Kobal ve Burak Özçivit var.
Rezalet ki ne rezalet... 

14 Haziran 2010 Pazartesi

Azat'ın çilesi

Aşağıda sizinle paylaştığım yazı Yıldırım Türker'in 14 Haziran 2010 Pazartesi yani bugün, Radikal'de yayınlanmış olan yazısıdır. Okumanızı rica ediyorum, bir farkındalık yaratmak için faydası olur belki.
Lütfen, 

----

Azat’ı hatırlayanınız vardır mutlaka. Ben hiç unutmadım.



Korkum şudur. Ya o da vahşetlerden bir vahşet olarak solup gitmişse belleğimizin gerçekle kurgu arasındaki o alacakaranlık bölgesinde?


İlk olarak 1998 yılının nisan ayında tanışmıştık A. ile.


Hepimiz için bir harflik canı vardı. Gözaltında anasıyla birlikte işkenceye maruz kaldığında 1,5 (bir buçuk) yaşındaydı. Annesi E.T. ile birlikte 96 Aralık ayında gözaltına alınmış, Terörle Mücadele Şubesi’nde 11 gün kalmıştı. ‘Örgüt üyeliği ve örgüte taban kazandırmak’ suçlarından idamla yargılandığı davada anası Türkçe bilmediği için Kürtçe tercüman aracılığıyla orada başlarına geleni anlatmıştı.


Oğlunun elinde sigara söndürüldüğünü, tekmelendiğini, kendisiyle birlikte cinsel tacize uğradığını iddia ediyordu. İstanbul Tabip Odası, A.T.’yi muayene etmiş, işkence belgelenmişti. Zaten Azat bebek kendisine sorulduğunda, ‘polisler cız yaptı’ diyormuş.


“Sinirlilik, polis gördüğünde ağlama, uykusundan korkarak uyanma, idrar ve dışkı kontrolünü kaybetme, yanında sigara içildiğinde ağlama ve ortamı terk etmek isteme” bulgularının yanı sıra raporda yazan şuydu: “Sol eldeki izlerin çocuğun elinde uygulandığı iddia edilen sigara söndürme eylemiyle uyumlu olduğu, çocuğun sıkıntı bozukluğu da dahil tespit edilen ruhsal bozukluk halinin işkenceden sonra meydana gelmesi tıbbi bilgi ve mantığa uygundur”.


Sonuçta işkence yaptığı iddia edilen polislere dava açılmadı!


A.T., gördüğü işkenceden 2,5 ay sonra yuvaya gönderilmiş ve orada hiç konuşmamıştı. Daha sonra da sinirli, huzursuz bir çocuk oldu. Bazen cezaevinde anasıyla kalıyordu. Kekeliyor, sürekli ağlıyordu. İstanbul’da teyzesiyle kalan A.T., psikolojik tedavi gördü. Biraz toparlandı. Ama anasına hasretti.


Nüfus cüzdanı olmadığı için okula kaydı çok güç oldu. Anasına mektup yazabilmek için okuma yazmayı bir çırpıda öğrendi. Ne var ki okulda arkadaşları ona ‘annesi katil’ diye sesleniyor, canını yakıyorlardı. Öğretmeninin ilgisiyle ayakta durabildi, kekemeliğinden kurtuldu. Sonra anasını ziyarete gidemez oldu. Çünkü ne anasının ne de kendisinin nüfus cüzdanı vardı. Onlar kayda düşmemiş canlarıydı bu memleketin. Anasının davası 7-8 sene sürdü.


Şimdi ananın vekilleri Eren Keskin ve Fatma Karakaş Doğan’ın yazdıklarından okuyalım: “Müvekkilimiz Fatma Tokmak(a)... yönelik her türlü işkence yöntemi uygulandı. Elektrik, askı, çırılçıplak soyma, cinsel taciz ve diğer yöntemler... Ama ona asıl ağır gelen küçük oğluna uygulanan işkence oldu.


Küçük oğlu Azat, çırılçıplak soyuldu, belinde ve sırtında sigara söndürüldü ve cinsel tacize maruz kaldı.


15 gün devam eden işkence, Fatma Tokmak’ın tutuklanıp cezaevine gönderilmesiyle de son bulmadı. Küçük Azat, annesi ile birlikte cezaevine gönderilmesi ya da yakınlarına teslim edilmesi gerekirken, Çocuk Esirgeme Kurumuna gönderildi.


Azat’da, Fatma ‘da bu durumdan çok yoğun bir biçimde etkilendiler.


Tarihin Terörle Mücadele Şube müdürü ‘bunu nasıl yaparsınız sorusuna’, ‘devletimiz ona daha iyi bakar’ diye cevap verdi.


Fatma’nın avukatları olarak, 1,5 ay boyunca küçük Azat’ı Çocuk Esirgeme Kurumundan alana kadar uğraştık. Azat, yuvada bulunduğu sürece hiç kimseyle konuşmamış adını bile söylememişti. Büyük bir travma yaşıyordu. Tarafımızca annesinin yanına, cezaevine götürüldüğü gün ise sanırız her ikisinin de hiç unutamayacakları bir mutluluktu.


Azat, ‘içerisi ve dışarısı’ arasında gidip gelerek büyüdü.


Bu süre içinde Fatma Tokmak’ın yargılaması sürdü. Fatma, yakalandığında hiç Türkçe bilmiyordu. Ayrıca, okuma-yazmasıda yoktu. İçeriğini hiç bilmediği bir ifadeye parmak bastırıldı.


Suç’u sadece misafir olarak gittiği o evde bulunmaktı. Yasadışı sorgulandı. Mahkeme aşamasında Türkçe bilmediği için ve o tarihlerde Kürtçe tercüman konusunda büyük sorunlar yaşandığı için, uzun yıllar mahkemece ayrıntılı ifadesi alınmadı. Bu süre içinde o devamlı suçsuz olduğunu anlatmaya çalıştı.


Cezaevinde kalp hastası oldu. Hastalığı tespit edildiği halde çok uzun yıllar tutuklu kaldı.


Azat’ın yaşadığı işkenceler ise gerek İstanbul Tabip odası gerekse İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği tarafından belgelendi.


Ancak dosya her zaman olduğu gibi resmibilirkişilik kurumu olan Adli Tıp’a gönderildi. Adli Tıp’ın verdiği işkence bulgularını onaylayan ancak belirsizlik taşıyan rapor savcılık tarafından benimsendi ve küçük Azat’a işkence yapanlar cezasız kaldılar.


2006 yılına gelindi. Azat büyüyordu. Fatma, sonunda hastalığı kabul edilerek 9 yıl sonra tahliye edildi.


2006 yılında bu yana Anne-oğul kendilerine bir hayat kurdular. Fatma, Sosyal Hizmetler kurumunda çalışarak engellilere baktı. Kazandığı parayla oğlunu okutmaya çalıştı.


Bu arada, geçtiğimiz günlerde Fatma’nın Yargıtay’da görülen davası onanarak geri döndü. Fatma’nın aldığı son derece hukuksuz, somut verilere dayanmayan, adil yargılanma hakkında tamamen uzak olan müebbet hapis cezası kesinleşti.


Ve bu acı gerçek anne ile oğlu bir kez daha ayırdı. Fatma tutuklanarak Bakırköy cezaevine gönderildi. Her ikisi de büyük bir travma yaşıyorlar.


Azat’ın dudaklarından dökülen “ama ben anneme çok alışmıştım” sözcükleri yürekleri dağlıyor.


Fatma Tokmak gerçekten suçsuz ve hasta..


Bizler avukatları olarak hastalığı nedeniyle “ceza ertelemesi yoluna başvuru hazırlığı yapmaktayız. O’nu kurtarabilmek için elimizden geleni yapacağız. Ancak bunun için yoğun bir kamuoyu desteğine ihtiyacımız var. Bu nedenle, insan hakları kuruluşlarını, entelektüelleri, sanatçıları, kadın kurumlarını ve herkesi ve herkesi tavır almaya çağırıyoruz.”




Sözün kısası


Ey halkım; analarının gözü önünde süt bebeklerine işkence yapılan, minicik avuçlarında sigaralar söndürülen bir memlekette haktan hukuktan vicdandan söz ederek yaşadığının, dolayısıyla her sözünün her nefesinin yalan olduğunun farkında mısın?


Azat’tan haberin yokmuş gibi sürdürebilecek misin pekiyi hayatını? Çocuğunun başını okşayıp onu yatağına öpücüklerle yatırabilecek misin?


Azat geçen gün cezaevine anasını ziyarete gitmiş. Ağlayarak aradı sevgili Leman’ı. Ona dünyayı sevdirmeye çalışan, ona aile olanlardandır Leman.


Telefonda ağlıyormuş. Anası, tutuklandığı günden beri bir kere yemek yemiş. Çok zayıflamış. Kalp çarpıntıları da artmış haliyle. Solunum makinesi temin edilmediğinden çok sıkıntı çekiyormuş. Uyuyabilmek için haplara ihtiyacı oluyormuş. Azat anasını kaybetmekten korkuyor.


Azat’ın anacığından başka kimsesi yok. Şimdi ergenlik yaşında olan bu çocuğun çilesi bitmedi. Aramızda ağlayarak geziyor. Daha süt bebesiyken elleri sigaralarla dövmelenmiş oğlan çocuğu.


Haydi bakalım, mutlu muyuz


Türk’üz diye?

8 Haziran 2010 Salı

Hata!!!

Formspring.me hatası giderildi:) tıklayınca sizi artık direk ışınlıyor:)

2 Haziran 2010 Çarşamba

Hatikvah

İsrail Devleti'nin katliamları ve işlediği insanlık suçları kullanılarak bütün Yahudiler'e karşı uygulanan bir kampanya var. Sanki dünyadaki tüm Yahudiler Siyonistmiş, bu insanlık suçlarından hepsi sorumluymuş gibi... Bu kampanya dünyanın en büyük katliamcılarından, Yahudi Soykırımı'nın mimarı Adolf Hitler'e sempati beslemeye kadar gidiyor.

Ülkemizde her ne kadar çoğu dövülerek, sövülerek kovulmuş olsa da halen birçok Yahudi yaşıyor. Onlar bizimle aynı okullara gidiyor, aynı bakkaldan alışveriş yapıyor, aynı sokaklarda yürüyor, aynı havayı soluyor... Şu anda birlikte soluduğumuz hava da bu antisemitist hava... Belki fark edemiyoruz ama bu bir Yahudi için bu havayı solumak çok kolay değil. Hele geçmişte bu topraklarda olanları bilen bir Yahudi şu anda hayatından endişe edebilir ve bu endişesinde haklı olabilir.

İsrail Devleti'nin katliamlarından, insanlık suçlarından sorumlu olmayan; ülkemizde onbinlerce, dünyada milyonlarca Yahudi var. Bu antisemitist propagandaya prim vermeyelim. Bu masum insanların hedef gösterilmesine göz yummayalım. Masum insanlara kasteden İsrail Devleti'ne benzemeyelim.

Nefret söylemine hayır!

Irkçılığa hayır!

Antisemitizme hayır!

Kahrolsun katil İsrail Devleti!

Yaşasın halkların kardeşliği!


Bu yazıyı facebook'tan, "İsrail Protestosu Adı Altında Antisemitist Propagandaya Hayır!" adlı gruptan aldım ve burada paylaşmam gerektiğini düşünüyorum. O gece o gemide olanları desteklemem mümkün değil ve İsrail'in yaptığı alçaklığı-hatta şapşallığı- kesinlikle kabul edilebilir bulmuyorum. Lakin tüm insanlar artık barışa aç iken, bu savaş çığlıklarını da aynı şekilde reddediyorum. Hıncınızı, içinizdeki acıyı bu şekilde akıtmaya çalışamazsınız. "Lanetlenmiş Irk" diyerek insanları baskı altına da alamazsınız.
Lütfen sadece derin bir nefes alın ve makul olun, tepki elbette gösterilmeli ama kan akıtarak, aynılaşarak, değil.
Barış için umut hala var.
Hatikvah :)
Kendinize iyi bakın Ziyaretçiler,
Sevgilerimle
Callieach Bheur

1 Haziran 2010 Salı

27 Mayıs 2010 Perşembe

Elo Hi

Selamlar Ziyaretçiler,


Hayat nasıl gidiyor? Bilmiyorum. Buraları ısınmaya başladı ve ben de artık Haziran’a hazırlanmaya başlıyorum. Haziran benim için hep sert geçmiştir, aramız pekiyi değildir. Beni biraz zorluyor galiba, kalp kırıcı bir havası var, gereksiz bir tahammülle onu yüreklendirmeyi tercih etmeyince de işler pisleşiyor. Çirkef biraz galiba…

Neyse daha birkaç gün var Mayıs’ın düşmesine, ben de dün Eurovision 1. Yarı Finaline bakayım dedim ama sıkıldım. Bu çok şaşırtıcı aslında, çünkü bilen bilir ben bir ara Eurovision sapığı idim. Mr.Pumpkin bilir mesela, az mı beni gırtlaklamak istedi? Neyse sanırım pek cazibesi kalmadı artık ancak yine de dünden sonra bir istekle sevdiğim Eurovision şarkılarına baktım. Evet, hala aynı şekilde sevdiklerim ve bulantı ile sevmedikleri var, dahası, muhtemeldir, var olmaya devam edecekler.

Bu aralar bir şeyler bükülmeye başladı. Şöyle anlatabilirim ki uzun süredir kuluçkada kalmış olanlar artık kıpırdanıyor ve kendilerini gösteriyorlar, arsızca. No much nor less… Bu böyle olmaya devam edecek. Bombadil sayesinde oluyor pek çoğu, inkârı hayli gereksiz; o sevimli insan sayesinde şimdi dalgalanmaları daha rahat okuyabiliyorum. Bir de Ronald tabi ki gerektiğinde kolumdan çekip adeta bir Christmas Carol deneyimi yaşattı bana. Kendisi adeta bir Ghost Of Christmas Ever idi. Canımlarım benim.


Ben böyleyim, daha ötesinin görme çabasından uzak değil ama endişesi azalmış bir haldeyim. Bu arada hazır aklıma gelmişken, Eurovision dedik ya bence Almanya ya da Ermenistan’ı birinci olarak görme ihtimalimiz yüksek. Bir de Çatı İnsanları adlı yazı da Samantha’yı yazmayı unutmuşum, kendimi kınıyor ve Samantha’dan özür diliyorum. Son olarak da formspring.me işine ben de merak sardım, bol bol soru sorun bana tamam mı? Hatta sorun, kimse sormadı daha :D:D


Ofra’dan Elo Hi çalıyor, sözlerinin çevirisi mevcut bakmanızı tavsiye ederim. Hatta şarkıyı da indirmelisiniz=)

ken yesh harbei hester panim
v'ahavot she'i efshar
kmo she'anu noladim
el toch el toch hachayim
elo hi
elo hi
kawl han'shama she'natata bi
elo hi
kawl han'shama... mah, mah hi?
elo hi
ten rak ko'ach l'chulam
elo hi
ten rak ko'ach l'olam






Kış Cadısı selam eder,


Hepinizi öpüyorum

Callieach Bheur

22 Mayıs 2010 Cumartesi

-Logaritma-

Ah Abra'cım, Logaritmayı öğrenmek kolaydır=) Taban değiştirmek yetiyor ama herşey için taban değiştirtemiyoruz sanırsam :S : )


15 Mayıs 2010 Cumartesi

Çatı İnsanları


1. Albus


2. Béfind

3. Bombadil

4. Bran

5. C-3PO

6. Caledonia

7. Claire de Lune

8. Cocidius

9. Eostre



















10. Freja

11. Habetrot

12. Kirke = Tilly Toke (Bazı yazılarda kendisinden bu isimle bahsetmişim. Neden bilmiyorum öyle ejderha öldürmüşlüğü yoktur hâlbuki.)

13. Lalaith

14. Lillie

15. Lilium Martagon

16. Manannán mac Lir

17. Melancholy Baby

18. Miss Piggy

19. Mr.Pumpkin = Cityboy (Genellikle böyle tanınır=))













20. Nudd

21. Palpatine

22. Pandispanya












23. Paris

24. Pitheciella

25. Ratatouille

26. Riga

27. Undomiel



Bir de ben varım ama saymaya gerek yok sanırsam, bu kadarla sınırlı değildir elbet (umarım), benim bilmediğim Çatı Kişileri de vardır. Burada sadece bahsi geçenler var.


Sevgilerimle
İyi kalın,
Öpüyorum



Callieach Bheur

14 Mayıs 2010 Cuma

İ.T.Ü.’de Öğrenci Kulüp Faaliyetlerinde İdare Kaynaklı Sıkıntılar

Not:Aşağıdaki yazı Mimemis adlı dergiden alıntıdır; Umarım okunur ve paylaşılır. Hepinizi şimdiden öpüyorum. Calli

"İstanbul Teknik Üniversitesi eğitim alanındaki başarılarının yanında sosyal faaliyetlere verdiği önemle de övünen bir üniversite. Ne yazık ki idare, bu övünmeyi haklı çıkaracak adımları hep geriye doğru atmayı tercih ediyor. Zira idarenin sosyal faaliyetlere yaklaşımı bu tercihte önemli bir rol oynuyor.



İ.T.Ü.’de “sosyal faaliyet” öğrencinin boş zamanını değerlendirmek, dersten başını kaldırdığında eğlenceli bir şeylerle uğraşabilmek amacıyla yaptığı ve öncelik sırası her zaman geri planda olan, hobi türü faaliyet olarak algılanıyor. Bu algının yarattığı en önemli tahribat, öğrenci faaliyetlerine “vazgeçilebilir” etkinlikler gözüyle bakılması oluyor. Dahası öğrencinin gözünden olaylara baktığını düşünen kimi idari yöneticiler, öğrencilerin bu faaliyetleri “geçici” bir süreliğine yaptıklarına, aradan birkaç sene geçtikten sonra öğrencinin mezun olmasıyla kulüp faaliyetinin noktalanacağına inanıyorlar. Bu iki algısal yargının, vazgeçilebilir ve geçici olma özelliğinin, kesiştiği noktada idarenin kulüp etkinliklerini engellemesine kadar varabilen sorunlar ortaya çıkıyor.


İdarenin, “vazgeçilebilir” faaliyet yürüten kulüplerden bazı konuları “idare etmelerini” talep etmesi bu bağlamda anlaşılabilir hale geliyor. Örneğin, İ.T.Ü. Tiyatro Kulübü üyesi üç topluluk, TİMİS, İTÜ Sahnesi ve Taşkışla Sahnesi, her sene şehir dışına çıktığı turneler için okuldan otobüs ayarlanmasını talep eder ve bu şekilde Ege Üniversitesi’nin, ODTÜ’nün, Anadolu Üniversitesi’nin tiyatro şenliklerine katılırdı. Bu sene ise Tiyatro Kulübü’nün turneler için otobüs ayarlanması talebi reddedildi; nedenini ise ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Kabaca açıklamak gerekirse talebin sürekli değişen bürokratik engellere takıldığı söylenebilir. Kısacası Tiyatro Kulübü’nün turne hakkı idare tarafından engellendi ve kulübe bağlı tiyatro toplulukları ortada bırakıldı. Bu noktada önemli bir başka konu ise okuldan nakit bütçe almayan, bu seneye kadar tüm turnelere okulun ayarladığı otobüslerle çıkmış, tamamı öğrencilerden oluşan Tiyatro Kulübü’nün hangi parayla otobüs ayarlayıp da turneye gideceği sorunsalıdır. Okulun bu soruya verebileceğini düşündüğüm yanıt tek kelimeyle şu: Sponsor…


Bilindiği gibi, bu sene İ.T.Ü.’ye yeni bir rektör atandı ve her rektör gibi ilk işi okul idaresinde değişikliklere gitmek oldu. Bu değişikliklerin ve yeni döneme dair öngörülerin aktarıldığı bir genel kurul yapıldı. Bu genel kurulda Savunma Teknolojileri Kulübü’nün birçok sponsorla desteklenen ÜSSİ 2010 etkinliği rektör tarafından bir kulübün gerçekleştirebileceği en başarılı faaliyet olarak takdim edildi. Bu tavır üzerine bir öğrenci tarafından kendi faaliyetlerini sponsorsuz olarak yürütmek isteyen kulüplerin de olabileceği belirtilince rektör, günümüz ekonomik konjonktürüne ayak uyulması gerektiğini açıklayarak “Hangi devirde yaşıyoruz? Böyle fırsatlar varsa bunları kullanmayı bileceksiniz. Uyanık olun biraz.” diye yanıt verdi. Otobüs ayarlanmasına dair yaşanan krizin böyle bir dönemde ortaya çıkması gerçekten de ilginç bir rastlantı, değil mi?


Elbette İ.T.Ü.’de öğrenci faaliyetleri sadece Tiyatro Kulübü’nün yaşadığı sıkıntılardan ibaret değil. Bu yazı kapsamında ele alınamayacak bir sürü sorun sürekli olarak ortaya çıkmaya devam ediyor. Bu bağlamda öğrenci kulüplerinin bir araya gelerek kulüplerin idare edilmesine dair söz söyleme hakkı talep etmesi acil bir gündem olarak varlığını koruyor."

Öykü Gürpınar ( Mimesis, 13/05/2010)

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Yemenli Bir Kadın


Bir zamanlar , bir kadın varmış ben geç kalmışım onun zamanına, tabi kısmen. Doğunun Madonna'sı derlermiş zamanında ona ki Madonna'dan çok daha iyiymiş yaptığı işler, iki uçak kazası atlatmış lakin 25 Şubat 2000 sabahı onu kaybetmişiz kocaından bulaşan AIDS yüzünden. Takıldım kaldım, bu kadına.

Sekiz tavsiye;

1-Elo Hi (Le Reine Margot Albümünden)
2-Tzur Menti
3-Yerushalayim Shel Zahav
4-Havu Levenim
5-Lechai Dodi

6-Shir Hafrecha
7-Shir Ha Shirim Be Sha Ahsu Im
8-Im Nin'Alu (Özelikle 1978 Versiyonu)


Yani o kadının ölmüş olduğunu öğrenmek, tanımlaması zor bir andı. Hani çocukken aslında Adile Naşit'in ölmüş olduğunu söylemişlerdi ya bize, biz doğmadan önce ölmüş hani. Bunu öğrenmek gibiydi benim için. Aman Allah'ım dedim, bu benim içinde yaşadığım gerçeklik olmasın lütfen. En azından şarkılar var geride. Onları keşfe çıkmak oyalıyor insanı.

Böyle dostlar, belki siz beğenmezsiniz ama umarım ki en azından neden beğendiğimi tahmin edersiniz=)Şu an Amen Lamilim çalmakta, eh ne diyelim, Im nin'alu daltei n'divim Daltei marom lo nin'alu.

Diyeceğim daha bir şey yok sanırım, tabi ki şimdilik=)
Sevgilerimle Efendim,
Kendinize iyi bakın,
Öpücükler

Kış Cadısı selam eder

Callieach Bheur

Takipçiler =)

Gelenler Gidenler