20 Eylül 2009 Pazar

...Kapıdan Bir Uğrayıp Gideyim Dedim, Valla...

Selamlar Ziyaretçiler,

Nasılsınız?

Umarım herkes, olabiliceği en iyi durumdadır zira ben çok bulanık, sıkıntılı bir hafta geçirdim. Morfin yemiş gibiyim. Böyle de, burada sürekli kasvetli kasvetli dolanmayı istemiyorum aslında, sevmediğimden değil sıkıcı oluyor farkındayım. Lakin gerçekten, çevremdeki herkesin etrafında bir karanlık dolanıyor. nevrim döndü, ne zamandır internete giremiyorum, kontörümde bitmiş:S:S
AAAAAY
 Çığlık atasım geldi, kimseye ulaşamıyorum.

Ciddi ciddi, durumlar üzücü.

Ama Bayram geldi, çattı. Koskoca Şehr-i Ramazan da bitti. Aslında neden koskoca diyoruz anlamıyorum, normal bir aydan uzun sayılmaz hatta kısa. 
Geçen pazartesi Habertot'ta iftardayken annemin arkadaşı Riga  şöyle dedi:
"Eh, hadi kızlar koskoca bir ayı da bitirdik."
Hmmmm....
Aslında sıksık söylenen bir laf ancak Ramazan'ı çok önemsiyormuşuz gerçekten de. Önemsememiz kötü demiyorum, isteyen önemsesin isteyen önemsemesin de, gerçekten ilgimi çekmedi diyemem. Bu ay bitirme işini yılda 12 defa yapıyoruz ama demek ki diğer ayları Ramazan kadar önemsemiyoruz.
Hoş,
Öyle bugün aklıma bir büyü gelmiyor pek,
Sanırım en uygunu "Galatıhis" olacak.
Bu arada da Güz Ekinoks'unu da kaçırmayın, Herfest de kutlu olsun.
Hepinize iyi bayramlar
Ben kuvvetli muhtemel uzunca bir süre burada olmayacağım, Bayram da bol yağmur var Çatı'mız ıslanacak ne güzel. Kendinize dikkat edin, İstanbul'a iyi bakın...
Okular da açılıyor valla ama onu da artık sonra konuşuruz, zaten konuşacak çok şey var, çooooook...


Mutluluklar,
Callieach Bheur

14 Eylül 2009 Pazartesi

Gereksiz Telaşlar ve Uykusuzluk Alacası

Merhabalar Ziyaretçiler,







Uzun zamandır size düzgün bir yazı gönderemedim fakat gerçekten yorucu iki gün geçirdim, hele ki şu 12 Eylül tam bir sit-com gibi geçti, bir bilseniz.


Daha önce de bahsetmiştim ya ilk defa ders seçimi yapacaktım, hani panik sınırlarımı zorlamıştım yine stresten ölüyordum; iyi haber derslerimin hepsini alabildim. Bu konuyla ilgili kötü haberse yok, aldım bitti lakin gariplik yaşadım; ya da yaşadığım şey garip değildi ama tüm diyaloglarıyla baktığınızda komik sayılırdı. Anlatacağım ama kronolojik olarak ilerlersek önce size anlatamadığım 11 Eylül’ü anlatmam gerekiyor.


Yağmur yağmamıştı hatırlarsanız, yağmadı da ta geceye kadar, bende 12.30 da evden çıktım doğruca Ayazağa’ya yollandım. Yol farklı değildi, ilginç bir şey de olmadı zaten. Neyse söylediğim gibi Melancholy Baby ’nin tavsiyesi üzerine laboratuarlardan birinde yer ayırtmak için yola çıkmıştım. Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim: bundan böyle olayları anlatırken insanların ismini kullanmak yerine onlardan bahsederken her bir kişi için hep aynı kalacak bir mahlâs kullanacağım, umarım o kişiler için bir sorun olmaz çünkü olayları gerçeğe uygun anlatırken isimleri de aynen kullanmam gerekiyor. Bunun daha büyük bir sıkıntı olabileceğine kanaat getirdim bu sebepten mahlas kullanacağım; belirteyim bu mahlasların hiçbiri o kişinin karakterine ya da varlığına hakaret içeren anlamları taşımasına özen göstereceğim, bir sıkıntı oluşursa bildirmekten lütfen çekinmeyin ki bende yaptığımdan bihaber kalmayayım.


Neyse açıklamamı da yaptığıma göre sanırım hikâyemize devam edebiliriz. Ayazağa’ya vardığımda kafamın içindeki ses yeniden çığlıklar atmaya başladı; “Bak görürsün yer ayırtamayacaksın!” diye, sonra daha çığırtkan bir tanesi çemkiriyordu bana “Daha hızlı yürü şapşal! Eğer dün gece o kadar geç yatmasaydın daha erken kalkardın şimdi eve dönüyor olurdun seni alık!”. Beynimin içinde düşünceler hızla amitoz geçiyordu, anlayacağınız ben daha Fen-Edebiyat Binası’na varmadan, ki metro girişine en yakın fakülte orası, zihnimde bir sürü kanserli düşünce oluşmuştu bile ve artmaya devam ediyorlardı. Olabildiğince kendimi dinlemeyi reddederek bilgisayar laboratuarlarının nerede olduğunu aramaya başladım, şaşırtıcı bir şekilde kolay buldum ve hevesle kapı koluna uzandım ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde kilitli olduğunu fark ettim. Sanırsam üç tane vardı ve üçü de kapalıydı. İki saatlik yolu boşu boşuna gelmiştim, en azından kendi kendime öyle diyordum, bende öğrenci işlerine gidip oradan yer ayırt ayırtamayacağımı sormaya karar verdim. Daha önce işimin düştüğü zamanlardan aşina olduğum iki görevli vardır her zaman orada biri kadın biri erkek; ben içeri girdiğimde sadece kadın vardı, o da telefonla konuşuyordu. Adam gelince, bana bilgisayar laboratuarlarının hafta sonu kapalı olacağını söyledi.


“!”


Sinir bozucu bir durumdu, hem de nasıl. Ne yapacağımı sordum ama birden aklıma danışmanım geldi kendisiyle hala tanışma fırsatım olmamıştı, belki de bana yardımcı olabilirdi. Adama danışman öğretmenimin adını söyledim ve onu nerede bulabileceğimi sordum. “OO, şeker gibi danışman bulmuşsun; hiç telaş yapma( Nasıl görünüyorsam artık?) ondan daha iyisini bulmazsın.” Dedi ve bana onu nerede bulabileceğimi söyledi. Bilir misiniz bilmem, ilk defa içine dalanlar için Fen-Edebiyat tam bir maceraya dönüşebilir ki nerdeyse oldu. Kimya Bölümü’ne gitmek için Fizik Bölümü’nün içinden geçtim ve katlar arasında danışmanımı aramaya başladım.


Şöyle ki kaybolmam pek uzun sürmedi. Kendimi hiç camı olmayan kapkaranlık bir koridorda buldum ama en azından Kimya Bölümü’ne vardığıma emindim, kokudan anlaşılıyordu. Önce o karanlık koridordan kurtuldum sonrada karşıma çıkan kişi olan kat görevlisine danışmanımın yerini sordum: eliyle aşağıyı ifade işaret etti(?) on beş dakika sonra danışmanımın odasını buldum ama sadece genç bir kadın vardı. Danışmanın ismini sorduğumda bana erken çıktığını çünkü yağmur uyarısı yüzünden Rektörlüğün mesai bitimini 15.30’a çektiğini söyledi. Ellerim terlemeye başlamıştı, neyse ki bana elinden geldiğince yardımcı oldu kadıncağız lakin kendisi lisansüstü öğrencisi olduğu için lisans programından bir haberdi aynı zamanda. Şükürler olsun ki iyi niyetli biriydi beni orada laboratuarda araştırma çalışmasın akmış bir öğrenciye götürdü. 3. sınıf öğrencisiydi ve heyecanlı bir karakteri vardı ancak gerçekten yardım etmeye istekliydi. Uzun uzun tavsiyeler verdi, sonunda birkaç ince detay dışında bilmediğim hiçbir şeyi söylememişti ama onu kırmadan dinledim ve bilmemem rağmen birkaç şey sordum. Yardımcı olmaktan fazlasıyla mutlu gözüküyordu, ona teşekkür ettim ve nasıl çıkacağımı sordum; bana yolu tarif etti ve bende geldiğim zamana göre daha az kaybolarak binadan çıkmayı başardım.


Ondan sonra kütüphaneye gittim falan filan, eve döndüğümde Melancholy Baby’nin ve diğer arkadaşlarımın söyledikleri dışında çokta bir şey öğrenmediğimi fark ettim ve kendime gülmekten başka bir şey yapamayacağımın bilincinde kendimi yatağa attım.


Uyandığımda iftar vakti gelmişti, yemekte sonra daha önce anlattığım gibi annem arkadaşının evine gidiyordu; makul bir durumdu evde oturmaktan daha eğlenceliydi en azından, ben de onlarla takıldım. Pazartesi de Habetrot’un evinde iftara davetliyiz, küçük ‘İftardan Sonra Bekleriz’ klübümüzdeki herkes geliyor. Diyorum ya kendi sosyal hayatım bir süredir servis dışı olduğu için anneminkiyle idare ediyorum.


Her neyse 12.30 gibi oradan çıktık eve geldik, bütün gece uyamadım 6.15 ayarladım saatimi ki erkenden gidip kütüphanenin 24 saat açık kısmında bilgisayar kapayım. Tabi ben bir buçuk saat yolda vakit kaybettim lakin insanlar orada sabahlamış, bende laptopuma kaldım ama bir türlü sisteme giremiyordum. Sabahleyin evden çıkmadan önce annem demişti ki, gitme evde kal buradan alırsın derslerini; fakat ben, hayır gitmem gerekiyor çok riskli, dedim inatla.


Sonra kardeşim içerden geldi ve “Bir şey olursa ben buradan alırım,” dedi.


Ben ise, “Öyle bir şey olmayacak,” dedim kendimden emin bir şekilde.

How I Met Your Mother ya da According to Jim gibi sit-comlar da böyle anlarda şak diye diğer sahneye geçilir; ve orada böyle kendinden emin konuşarak budalalık yapan karakterin tükürdüğünü nasıl yaladığını izleriz. Aynısı oldu! Bir karede ben kardeşime kendimi beğenmiş bir şekilde öyle bir şeyin olmayacağını söylüyordu, onun hemen ardındaki karede ise okulda, kütüphanede, telefonla ona ders kodlarını sisteme girsin diye okuyordum.

Böyle oldu, anlayacağınız tüm derslerimi kardeşim benim yerime aldı ve bende hiçbir şey yapmadan paşa paşa evime döndüm. Geldiğimde annemle gerçek hayatta yaşanmış bir olayı konu alan kötü bir film izledik. Düşük bütçeliydi daha da kötüsü bir hayli özensizdi, senaryo elden düşmeydi, her duygusal replikte insanın içi kalkıyordu ve başarısızca bir heyecan katılmaya çalışılmıştı filme. Aman Allah’ım benim bile kaldıramayacağım kadar dramatize etmişler filmi, kusacaktım. Her neyse, istediği kadar gerçek olsun film rezaletti. Annem arkasından bir film daha koydu, hoş gibiydi ama ben tüm gece uyumamıştım ve o rezilliğin üzerine halim kalmamıştı: dayanamayıp yattım. Yattığımda saat daha yeni öğlen olmuştu, uyandığımda ise iftara on beş dakika vardı.

Böyle yani sevgili ziyaretçiler, sizi sıktım mı bilmiyorum ama söz verdiğim gibi her şeyi anlattım. Kütüphanede çok telaş yapmışım sistemi açamayınca, karşımdaki çocuk öyle söyledi. Zaten biliyordum ancak bu kadar belli ediyor olduğumun bilincinde değildim açıkçası.

İşte, 13 Eylül günü ise hiçbir şey yapmadım tabiri caizse bütün gün evde oturup bir taraflarımı büyüttüm. Şimdi de Twilight Saga âlemine geri döndüm, kitaplara göz gezdiriyorum, yeni film “New Moon” gelecek ya biraz heyecan yaptım havaya girmeme yardımcı oluyor. Bir yandan da çalma listemde Bernadette Peters-Angela Lansbury-Ethel Merman gibi isimler dönüp duruyor. Rahatlamaya ihtiyacım var, iyi geliyorlar benim gibi bir ‘showcoholic’ e.
Bu iki günün büyüsü “Tevahhuş Çemberi” olmalı bence, daha iyi bir fikrim yok şu durumda. Pazar günümeyse büyü değil de bir şarkı seçebilirim lakin, Annie Get Your Gun müzikalinden “I Got The Sun In The Morning” olsun; tam da klasik bir müzikal parçası, ne de olsa bugünde klasik bir Pazar günüydü. =)

İyi kalın ziyaretçiler,




Yazacak bir şeyler olana ya da aklıma gelene kadar kendinize iyi bakın.

11 Eylül 2009 Cuma

Yağmurdan Korkanlar Ve Bekleyenler

Sevgili Ziyaretçiler,



Bugün anlattığım gibi tüm gün dışarıdaydım, dolayısıyla yazmaya pek fırsatım olmadı lakin güzel bir gündü ya da daha doğrusu kötü bir gün değildi =)


Ayazağa Kampüsü’nde her yer Rektörlükten gelen bir emirle saat 15.30’da tatil edildi bende öğrenci belgesi alamadım bu durumda. Anlatacak çok şey var fakat şimdi anemin bir arkadaşının evine gideceğiz. Garip aslında kendi sosyal hayatım tıkalı olduğu için, şimdilik anneminki ile idare ediyorum.


Yağmur hala yağmıyor, üf sıkıldım yağsın artık.






Bugünün büyüsünün adı “Evlat Baç’ı” olsun diyorum.






Dönünce vaktim olursa detaylı bir yazı yazarım ama sanmıyorum çünkü yarın ders seçimi için sabah yedi de evden çıkmam gerekiyor; Okula gitmem iki saat sürüyor.






İyi akşamlar Çatı’nın Ziyaretçileri


Mutlu olun…

Bulutluluk Özlemi ve Yağmur Dansı Yapma İsteği

Uykum geldiii,



Daha doğrusu bir süredir amaçsızlıktan kaynaklı bir sıkıntı dolanıyor etrafımda; bunalımlar falan, birde yeni iftardan kalkmışlığın verdiği rehavetle iyice kendimden geçtim. Canım sıkıldı, bugün fazla yağmur da yağmadı ona da kafam bozuk zaten iyice bunaldım. Aslında öyle işsiz güçsüz de değilim. Vakit bulamayıp yapamadığım zaman, yapamıyorum diye dert yandığım tonla iş var ama yine de yapmak gelmiyor içimden. Annem haklı valla, tembellik bu…
Neyse böyle bütün gün kafa karışıklığıyla oturdum; aman sakın öyle mutsuz falan sanmayın, neşem yerinde benim de çok iyi değilim o kadar.
Aslında anlatacak bir sürü hikayem varda hem yazmaya üşeniyorum, hem kötü yazmaktan korkuyorum hem de sizi sıkar mıyım emin olamıyorum:S Böyle bir manyak bu Callieach Bheur anlayacağınız.
Bu hafta sonu ilk defa lisans eğitimine başlayacak olanların ders seçimi var. Aman! Bir geriliyorum anlatamam; cidden sanki hiçbir ders alamayacakmışım geliyor. Bak hatırlayınca tüylerim kalktı.Üff...
Grizabella The Glamour Cat, çalıyor şimdi. Birazcık da olsa sakinleştirici bir etkisi var bu şarkının, kediler iyi hayvanlar ; gerçi şarkı hüzünlendiriyor hafiften ama olsun.


 She haunted many a low resort
Near the grimy road of Tottenham Court;
She flitted about the No Man's Land
From The Rising Sun to The Friend at Hand.
And the postman sighed, as he scratched his head:
"You'd really ha' thought she'd ought to be dead
And who would ever suppose that that
Was Grizabella, the Glamour Cat!"


Grizabella’dan bahsedince aklıma geldi bakın, T.S. Eliot’ın Old Possum's Book of Practical Cats adlı şiir kitabını arıyorum, ben daha bulamadım, bulanınız olursa lütfen haber versin.
Programımı iki gün önce ayarladım, umarım derslerimi alırken sorun çıkmaz. Evet, birden konudan konuya geçivermiş oldum sık yapıyorum bunu, ne yapayım? Aklım hala derslerde, yarın bir arkadaşımın tavsiyesi doğrultusunda gidip okuldaki bilgisayar lab.larından yer ayırtacağım. Bana şans dileyin de işim rast gitsin yoksa kurdeşenim azıverecek, yine şişeceğim. Kurdeşenimin hikâyesini bir gün anlatırım size, sıkıcı sayılmaz beni uzun bir süre süründürdü.
Evde Neskafe yok, bende doğaçlama yaptım. Bolca kakao ve türk kahvesini azıcık kaynar suda karıştırıp üzerine şeker ve 4 tane damla çikolata attım. En sonunda da ısıttığım sütü bir güzel üzerlerine boca ettim: D Gayet güzel oldu, tavsiye ederim eğlenceli iş, eğer benim gibi mutfakta vakit geçirmeyi seviyorsanız. Mutfağı severim ben, lakin feci derecede acemiyim henüz. Bundan bir an önce kurtulmam gerek, ilk hedefim kek yapmayı öğrenmek şu sıralar. En son krep yapmıştım. Ya da denemiştim desem daha doğru olacak çünkü sonucu da süreci de pek gururlandırıcı olmadı, zaten yardım almasaydım altından da kalkmayacaktım ya. Bu da daha sonra anlatacağım bir hikâye olsun, yeterince utandırıcıydı yine de bana iyi bir ders oldu. Neyse canım şimdi önümüze bakalım, bu yaptığım, güzel bir içecek oldu üzerinde çalışmam gerek [ Ooo, Annem bundan hiç memnun kalmayacak ama olsun=))) ] biraz daha homojenleşmesi gerekiyor.
Böyle bir gün geçti yani evde, üzerinde çalışmak istediğim şeylere çalışamadım. Birkaç kitap var almak istediğim, elimdeki parayı denkleştirirsem alacağım. Geçen aybaşında ilk defa Ursula K. Le Guin’in bir kitabına başladım, etkileyici bir üslubu var kadının. Eğer Fantezi Edebiyata önyargınız yoksa Yerdeniz Büyücüsü’nü ve Yerdeniz Serisinin ikinci kitabı Atuan Mezarları’nı tavsiye ederim; serinin devamını daha okuyamadım ama niyetliyim, başlayacağım vakit bulunca.


Ah, Bernadette Peters söylüyor. Kendisi 61 yaşında sevimli bir hanımefendidir, buğulu sesinde ilginç bir cazibesi var, kendisini daha hiç izleme şansım olmadı ama şarkılarına aşinayımdır. Şu anda Easy Street’i söylüyor. Her daim küçük bir kız çocuğununki gibi bir sese ulaşabilir. Şimdi de “Hit Me with A Hot Note”’u söylüyor.

Hit me with a hot note and watch me bounce
Hit me with a hot note and watch me bounce
When trumpets heat up, Gimme a rug to beat up
Hit me with a hot note and watch me bounce



Hit me with a hot note and watch me burn
Slap me down with rhythm from stem to stern
When saxes flare up, how can I keep my hair up?
Hit me with a hot note and watch me bounce.





Sanırım bugün başka bir şey olmadı.

Yağmur hala gelmedi, hüzünle bekliyorum ama yarın yağmaya devam edecekmiş, bende dışarıda olacağım zaten. Ayazağa’ya gitmem gerekiyor yer ayırtmak için. Yarın iki saatim yolda geçecek, hafta sonum da malum. Yine bir aksilik olmadığı sürece bir sorun yok benim için, hallolsun yeter.


Öyle yani Çatı'nın Sevgili Ziyaretçileri, Cadı Karının Çatısı bugün daha az ıslaktı çünkü dünkü yağmurun suyu kurumaya başladı. Yarın dışarı çıkacaklar şemsiyelerini almayı unutmasın, tabi bazılarımız gibi ıslanmayı sevenler için geçerlideğil bu.  =)


Callieach Bheur mutlu geceler diler hepinize ve umarım Eylül’ünüz güzel geçiyordur. Ben benimkini sizinle paylaşmaya devam etmeye çalışacağım, yazabildiğim ve siz ilgilendiğiniz sürece.


Bugünün büyüsünün adı daha sıcak bir gün olduğu için “Sinistrari’nin Hediyesi” olsun.


Sevgili Bernadette şimdi de "Broadway Baby'"i söylüyor, ne güzel...


Herkese iyi geceler ve uyuyacak olanlara hoş rüyalar…










10 Eylül 2009 Perşembe

Blog kullanmayı daha yeni yeni öğreniyor Cadı Karı, onunla boğuşuyor:))
Başlangıçlar,
Evet, şu anda henüz yazacak bir şey mevcut değil, yani her şey yazılabilir yahut hiçbir şey de yazılmayabilir lakin yine de bir şeyler yazmaya en azından çalışmanın önemli olduğunu düşünüyorum zira bu durumda korkarım hiç başlayamayacağım.
Birkaç gündür hastayım, bu sebepten Ramazan'ın tadını çıkartamamanın üzüntüsü de hâkimdi üzerimde. İstanbul'dayım, elbette bu iyileşmemi hızlandırdı, nasıl da özlemişim burayı hiç gocunmak gelmiyor içimden tatilin bitmesine; kalabalık fakat burayı seviyorum; evet efendim bu lanetli Peri Masalı şehrini seviyorum. Neyse şu an için pek mühim değil bu durum sanırım.
Yağmur sabahtan beri ara ara dursa da istikrarını bozmadan yağmaya devam etti. Aslında minik bir itirafta bulunmak istiyorum, tüm yarattığı felakete rağmen sürekli yağmur yağması beni bir hayli mutlu ediyor. Şımarıklık sayılabilir belki, insanlar canlarını ve mallarını kaybettiler lakin hissettiğimi inkâr edemem; ne diyebilirim ki?
Elbette onca felakete üzülüyorum, en yakın arkadaşlarımdan birinin yazlığı Selimpaşa'da ve en son konuştuğumda durumları feciydi. Umarım bir an önce oradaki insanlara yardım etmenin bir yolunu bulurlar hatta bir zahmet bulsunlar; lütfen!
Böyle yani, bunları yazarken sahura yaklaşıyorum, elimde de sıcak ve baharatlı bir fincan kuşburnu çayı var, arkamdaki açık penceredense ıslak bir rüzgâr sırtıma vururken, müzik listemde Dead Can Dance ve Cats ağırlıklı şarkılar dönüp duruyor.
Ben Callieach Bheur, 9 Eylül 2009 Çarşamba’yı 10 Eylül 2009 Perşembe’yi bağlayan bu gece ilk defa buradan size yazıyorum. Bundan sonra yazdığım her gün için bir büyü(!)J ve şarkı hediye edeceğim size. Büyü dediysem de elbette öyle size ekrandan yıldırımlar yollayamam lakin birlikte, eğer istersek, o güne sihirli bir isim verebiliriz. Bu konuda yardımlarınız sevinç dolu kahkahalarla kabul edilecektir.
Cadı Karının Çatısı ıslak ilk gecesinde, şehirde yağmur var…
Cadı Karı mutluluklar diler, yağmurun tadını çıkartmaya bakın

İlk günün büyüsü Akşamserinliği olsun,

İyi Geceler…

Takipçiler =)

Gelenler Gidenler