Gossip Girl'ün Kanal D versiyonu yapılıyor, oyuncuların arasında Sinem Kobal ve Burak Özçivit var.
Rezalet ki ne rezalet...
17 Haziran 2010 Perşembe
14 Haziran 2010 Pazartesi
Azat'ın çilesi
Aşağıda sizinle paylaştığım yazı Yıldırım Türker'in 14 Haziran 2010 Pazartesi yani bugün, Radikal'de yayınlanmış olan yazısıdır. Okumanızı rica ediyorum, bir farkındalık yaratmak için faydası olur belki.
Lütfen,
----
Azat’ı hatırlayanınız vardır mutlaka. Ben hiç unutmadım.
Korkum şudur. Ya o da vahşetlerden bir vahşet olarak solup gitmişse belleğimizin gerçekle kurgu arasındaki o alacakaranlık bölgesinde?
İlk olarak 1998 yılının nisan ayında tanışmıştık A. ile.
Hepimiz için bir harflik canı vardı. Gözaltında anasıyla birlikte işkenceye maruz kaldığında 1,5 (bir buçuk) yaşındaydı. Annesi E.T. ile birlikte 96 Aralık ayında gözaltına alınmış, Terörle Mücadele Şubesi’nde 11 gün kalmıştı. ‘Örgüt üyeliği ve örgüte taban kazandırmak’ suçlarından idamla yargılandığı davada anası Türkçe bilmediği için Kürtçe tercüman aracılığıyla orada başlarına geleni anlatmıştı.
Oğlunun elinde sigara söndürüldüğünü, tekmelendiğini, kendisiyle birlikte cinsel tacize uğradığını iddia ediyordu. İstanbul Tabip Odası, A.T.’yi muayene etmiş, işkence belgelenmişti. Zaten Azat bebek kendisine sorulduğunda, ‘polisler cız yaptı’ diyormuş.
“Sinirlilik, polis gördüğünde ağlama, uykusundan korkarak uyanma, idrar ve dışkı kontrolünü kaybetme, yanında sigara içildiğinde ağlama ve ortamı terk etmek isteme” bulgularının yanı sıra raporda yazan şuydu: “Sol eldeki izlerin çocuğun elinde uygulandığı iddia edilen sigara söndürme eylemiyle uyumlu olduğu, çocuğun sıkıntı bozukluğu da dahil tespit edilen ruhsal bozukluk halinin işkenceden sonra meydana gelmesi tıbbi bilgi ve mantığa uygundur”.
Sonuçta işkence yaptığı iddia edilen polislere dava açılmadı!
A.T., gördüğü işkenceden 2,5 ay sonra yuvaya gönderilmiş ve orada hiç konuşmamıştı. Daha sonra da sinirli, huzursuz bir çocuk oldu. Bazen cezaevinde anasıyla kalıyordu. Kekeliyor, sürekli ağlıyordu. İstanbul’da teyzesiyle kalan A.T., psikolojik tedavi gördü. Biraz toparlandı. Ama anasına hasretti.
Nüfus cüzdanı olmadığı için okula kaydı çok güç oldu. Anasına mektup yazabilmek için okuma yazmayı bir çırpıda öğrendi. Ne var ki okulda arkadaşları ona ‘annesi katil’ diye sesleniyor, canını yakıyorlardı. Öğretmeninin ilgisiyle ayakta durabildi, kekemeliğinden kurtuldu. Sonra anasını ziyarete gidemez oldu. Çünkü ne anasının ne de kendisinin nüfus cüzdanı vardı. Onlar kayda düşmemiş canlarıydı bu memleketin. Anasının davası 7-8 sene sürdü.
Şimdi ananın vekilleri Eren Keskin ve Fatma Karakaş Doğan’ın yazdıklarından okuyalım: “Müvekkilimiz Fatma Tokmak(a)... yönelik her türlü işkence yöntemi uygulandı. Elektrik, askı, çırılçıplak soyma, cinsel taciz ve diğer yöntemler... Ama ona asıl ağır gelen küçük oğluna uygulanan işkence oldu.
Küçük oğlu Azat, çırılçıplak soyuldu, belinde ve sırtında sigara söndürüldü ve cinsel tacize maruz kaldı.
15 gün devam eden işkence, Fatma Tokmak’ın tutuklanıp cezaevine gönderilmesiyle de son bulmadı. Küçük Azat, annesi ile birlikte cezaevine gönderilmesi ya da yakınlarına teslim edilmesi gerekirken, Çocuk Esirgeme Kurumuna gönderildi.
Azat’da, Fatma ‘da bu durumdan çok yoğun bir biçimde etkilendiler.
Tarihin Terörle Mücadele Şube müdürü ‘bunu nasıl yaparsınız sorusuna’, ‘devletimiz ona daha iyi bakar’ diye cevap verdi.
Fatma’nın avukatları olarak, 1,5 ay boyunca küçük Azat’ı Çocuk Esirgeme Kurumundan alana kadar uğraştık. Azat, yuvada bulunduğu sürece hiç kimseyle konuşmamış adını bile söylememişti. Büyük bir travma yaşıyordu. Tarafımızca annesinin yanına, cezaevine götürüldüğü gün ise sanırız her ikisinin de hiç unutamayacakları bir mutluluktu.
Azat, ‘içerisi ve dışarısı’ arasında gidip gelerek büyüdü.
Bu süre içinde Fatma Tokmak’ın yargılaması sürdü. Fatma, yakalandığında hiç Türkçe bilmiyordu. Ayrıca, okuma-yazmasıda yoktu. İçeriğini hiç bilmediği bir ifadeye parmak bastırıldı.
Suç’u sadece misafir olarak gittiği o evde bulunmaktı. Yasadışı sorgulandı. Mahkeme aşamasında Türkçe bilmediği için ve o tarihlerde Kürtçe tercüman konusunda büyük sorunlar yaşandığı için, uzun yıllar mahkemece ayrıntılı ifadesi alınmadı. Bu süre içinde o devamlı suçsuz olduğunu anlatmaya çalıştı.
Cezaevinde kalp hastası oldu. Hastalığı tespit edildiği halde çok uzun yıllar tutuklu kaldı.
Azat’ın yaşadığı işkenceler ise gerek İstanbul Tabip odası gerekse İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği tarafından belgelendi.
Ancak dosya her zaman olduğu gibi resmibilirkişilik kurumu olan Adli Tıp’a gönderildi. Adli Tıp’ın verdiği işkence bulgularını onaylayan ancak belirsizlik taşıyan rapor savcılık tarafından benimsendi ve küçük Azat’a işkence yapanlar cezasız kaldılar.
2006 yılına gelindi. Azat büyüyordu. Fatma, sonunda hastalığı kabul edilerek 9 yıl sonra tahliye edildi.
2006 yılında bu yana Anne-oğul kendilerine bir hayat kurdular. Fatma, Sosyal Hizmetler kurumunda çalışarak engellilere baktı. Kazandığı parayla oğlunu okutmaya çalıştı.
Bu arada, geçtiğimiz günlerde Fatma’nın Yargıtay’da görülen davası onanarak geri döndü. Fatma’nın aldığı son derece hukuksuz, somut verilere dayanmayan, adil yargılanma hakkında tamamen uzak olan müebbet hapis cezası kesinleşti.
Ve bu acı gerçek anne ile oğlu bir kez daha ayırdı. Fatma tutuklanarak Bakırköy cezaevine gönderildi. Her ikisi de büyük bir travma yaşıyorlar.
Azat’ın dudaklarından dökülen “ama ben anneme çok alışmıştım” sözcükleri yürekleri dağlıyor.
Fatma Tokmak gerçekten suçsuz ve hasta..
Bizler avukatları olarak hastalığı nedeniyle “ceza ertelemesi yoluna başvuru hazırlığı yapmaktayız. O’nu kurtarabilmek için elimizden geleni yapacağız. Ancak bunun için yoğun bir kamuoyu desteğine ihtiyacımız var. Bu nedenle, insan hakları kuruluşlarını, entelektüelleri, sanatçıları, kadın kurumlarını ve herkesi ve herkesi tavır almaya çağırıyoruz.”
Sözün kısası
Ey halkım; analarının gözü önünde süt bebeklerine işkence yapılan, minicik avuçlarında sigaralar söndürülen bir memlekette haktan hukuktan vicdandan söz ederek yaşadığının, dolayısıyla her sözünün her nefesinin yalan olduğunun farkında mısın?
Azat’tan haberin yokmuş gibi sürdürebilecek misin pekiyi hayatını? Çocuğunun başını okşayıp onu yatağına öpücüklerle yatırabilecek misin?
Azat geçen gün cezaevine anasını ziyarete gitmiş. Ağlayarak aradı sevgili Leman’ı. Ona dünyayı sevdirmeye çalışan, ona aile olanlardandır Leman.
Telefonda ağlıyormuş. Anası, tutuklandığı günden beri bir kere yemek yemiş. Çok zayıflamış. Kalp çarpıntıları da artmış haliyle. Solunum makinesi temin edilmediğinden çok sıkıntı çekiyormuş. Uyuyabilmek için haplara ihtiyacı oluyormuş. Azat anasını kaybetmekten korkuyor.
Azat’ın anacığından başka kimsesi yok. Şimdi ergenlik yaşında olan bu çocuğun çilesi bitmedi. Aramızda ağlayarak geziyor. Daha süt bebesiyken elleri sigaralarla dövmelenmiş oğlan çocuğu.
Haydi bakalım, mutlu muyuz
Türk’üz diye?
Lütfen,
----
Azat’ı hatırlayanınız vardır mutlaka. Ben hiç unutmadım.
Korkum şudur. Ya o da vahşetlerden bir vahşet olarak solup gitmişse belleğimizin gerçekle kurgu arasındaki o alacakaranlık bölgesinde?
İlk olarak 1998 yılının nisan ayında tanışmıştık A. ile.
Hepimiz için bir harflik canı vardı. Gözaltında anasıyla birlikte işkenceye maruz kaldığında 1,5 (bir buçuk) yaşındaydı. Annesi E.T. ile birlikte 96 Aralık ayında gözaltına alınmış, Terörle Mücadele Şubesi’nde 11 gün kalmıştı. ‘Örgüt üyeliği ve örgüte taban kazandırmak’ suçlarından idamla yargılandığı davada anası Türkçe bilmediği için Kürtçe tercüman aracılığıyla orada başlarına geleni anlatmıştı.
Oğlunun elinde sigara söndürüldüğünü, tekmelendiğini, kendisiyle birlikte cinsel tacize uğradığını iddia ediyordu. İstanbul Tabip Odası, A.T.’yi muayene etmiş, işkence belgelenmişti. Zaten Azat bebek kendisine sorulduğunda, ‘polisler cız yaptı’ diyormuş.
“Sinirlilik, polis gördüğünde ağlama, uykusundan korkarak uyanma, idrar ve dışkı kontrolünü kaybetme, yanında sigara içildiğinde ağlama ve ortamı terk etmek isteme” bulgularının yanı sıra raporda yazan şuydu: “Sol eldeki izlerin çocuğun elinde uygulandığı iddia edilen sigara söndürme eylemiyle uyumlu olduğu, çocuğun sıkıntı bozukluğu da dahil tespit edilen ruhsal bozukluk halinin işkenceden sonra meydana gelmesi tıbbi bilgi ve mantığa uygundur”.
Sonuçta işkence yaptığı iddia edilen polislere dava açılmadı!
A.T., gördüğü işkenceden 2,5 ay sonra yuvaya gönderilmiş ve orada hiç konuşmamıştı. Daha sonra da sinirli, huzursuz bir çocuk oldu. Bazen cezaevinde anasıyla kalıyordu. Kekeliyor, sürekli ağlıyordu. İstanbul’da teyzesiyle kalan A.T., psikolojik tedavi gördü. Biraz toparlandı. Ama anasına hasretti.
Nüfus cüzdanı olmadığı için okula kaydı çok güç oldu. Anasına mektup yazabilmek için okuma yazmayı bir çırpıda öğrendi. Ne var ki okulda arkadaşları ona ‘annesi katil’ diye sesleniyor, canını yakıyorlardı. Öğretmeninin ilgisiyle ayakta durabildi, kekemeliğinden kurtuldu. Sonra anasını ziyarete gidemez oldu. Çünkü ne anasının ne de kendisinin nüfus cüzdanı vardı. Onlar kayda düşmemiş canlarıydı bu memleketin. Anasının davası 7-8 sene sürdü.
Şimdi ananın vekilleri Eren Keskin ve Fatma Karakaş Doğan’ın yazdıklarından okuyalım: “Müvekkilimiz Fatma Tokmak(a)... yönelik her türlü işkence yöntemi uygulandı. Elektrik, askı, çırılçıplak soyma, cinsel taciz ve diğer yöntemler... Ama ona asıl ağır gelen küçük oğluna uygulanan işkence oldu.
Küçük oğlu Azat, çırılçıplak soyuldu, belinde ve sırtında sigara söndürüldü ve cinsel tacize maruz kaldı.
15 gün devam eden işkence, Fatma Tokmak’ın tutuklanıp cezaevine gönderilmesiyle de son bulmadı. Küçük Azat, annesi ile birlikte cezaevine gönderilmesi ya da yakınlarına teslim edilmesi gerekirken, Çocuk Esirgeme Kurumuna gönderildi.
Azat’da, Fatma ‘da bu durumdan çok yoğun bir biçimde etkilendiler.
Tarihin Terörle Mücadele Şube müdürü ‘bunu nasıl yaparsınız sorusuna’, ‘devletimiz ona daha iyi bakar’ diye cevap verdi.
Fatma’nın avukatları olarak, 1,5 ay boyunca küçük Azat’ı Çocuk Esirgeme Kurumundan alana kadar uğraştık. Azat, yuvada bulunduğu sürece hiç kimseyle konuşmamış adını bile söylememişti. Büyük bir travma yaşıyordu. Tarafımızca annesinin yanına, cezaevine götürüldüğü gün ise sanırız her ikisinin de hiç unutamayacakları bir mutluluktu.
Azat, ‘içerisi ve dışarısı’ arasında gidip gelerek büyüdü.
Bu süre içinde Fatma Tokmak’ın yargılaması sürdü. Fatma, yakalandığında hiç Türkçe bilmiyordu. Ayrıca, okuma-yazmasıda yoktu. İçeriğini hiç bilmediği bir ifadeye parmak bastırıldı.
Suç’u sadece misafir olarak gittiği o evde bulunmaktı. Yasadışı sorgulandı. Mahkeme aşamasında Türkçe bilmediği için ve o tarihlerde Kürtçe tercüman konusunda büyük sorunlar yaşandığı için, uzun yıllar mahkemece ayrıntılı ifadesi alınmadı. Bu süre içinde o devamlı suçsuz olduğunu anlatmaya çalıştı.
Cezaevinde kalp hastası oldu. Hastalığı tespit edildiği halde çok uzun yıllar tutuklu kaldı.
Azat’ın yaşadığı işkenceler ise gerek İstanbul Tabip odası gerekse İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği tarafından belgelendi.
Ancak dosya her zaman olduğu gibi resmibilirkişilik kurumu olan Adli Tıp’a gönderildi. Adli Tıp’ın verdiği işkence bulgularını onaylayan ancak belirsizlik taşıyan rapor savcılık tarafından benimsendi ve küçük Azat’a işkence yapanlar cezasız kaldılar.
2006 yılına gelindi. Azat büyüyordu. Fatma, sonunda hastalığı kabul edilerek 9 yıl sonra tahliye edildi.
2006 yılında bu yana Anne-oğul kendilerine bir hayat kurdular. Fatma, Sosyal Hizmetler kurumunda çalışarak engellilere baktı. Kazandığı parayla oğlunu okutmaya çalıştı.
Bu arada, geçtiğimiz günlerde Fatma’nın Yargıtay’da görülen davası onanarak geri döndü. Fatma’nın aldığı son derece hukuksuz, somut verilere dayanmayan, adil yargılanma hakkında tamamen uzak olan müebbet hapis cezası kesinleşti.
Ve bu acı gerçek anne ile oğlu bir kez daha ayırdı. Fatma tutuklanarak Bakırköy cezaevine gönderildi. Her ikisi de büyük bir travma yaşıyorlar.
Azat’ın dudaklarından dökülen “ama ben anneme çok alışmıştım” sözcükleri yürekleri dağlıyor.
Fatma Tokmak gerçekten suçsuz ve hasta..
Bizler avukatları olarak hastalığı nedeniyle “ceza ertelemesi yoluna başvuru hazırlığı yapmaktayız. O’nu kurtarabilmek için elimizden geleni yapacağız. Ancak bunun için yoğun bir kamuoyu desteğine ihtiyacımız var. Bu nedenle, insan hakları kuruluşlarını, entelektüelleri, sanatçıları, kadın kurumlarını ve herkesi ve herkesi tavır almaya çağırıyoruz.”
Sözün kısası
Ey halkım; analarının gözü önünde süt bebeklerine işkence yapılan, minicik avuçlarında sigaralar söndürülen bir memlekette haktan hukuktan vicdandan söz ederek yaşadığının, dolayısıyla her sözünün her nefesinin yalan olduğunun farkında mısın?
Azat’tan haberin yokmuş gibi sürdürebilecek misin pekiyi hayatını? Çocuğunun başını okşayıp onu yatağına öpücüklerle yatırabilecek misin?
Azat geçen gün cezaevine anasını ziyarete gitmiş. Ağlayarak aradı sevgili Leman’ı. Ona dünyayı sevdirmeye çalışan, ona aile olanlardandır Leman.
Telefonda ağlıyormuş. Anası, tutuklandığı günden beri bir kere yemek yemiş. Çok zayıflamış. Kalp çarpıntıları da artmış haliyle. Solunum makinesi temin edilmediğinden çok sıkıntı çekiyormuş. Uyuyabilmek için haplara ihtiyacı oluyormuş. Azat anasını kaybetmekten korkuyor.
Azat’ın anacığından başka kimsesi yok. Şimdi ergenlik yaşında olan bu çocuğun çilesi bitmedi. Aramızda ağlayarak geziyor. Daha süt bebesiyken elleri sigaralarla dövmelenmiş oğlan çocuğu.
Haydi bakalım, mutlu muyuz
Türk’üz diye?
8 Haziran 2010 Salı
2 Haziran 2010 Çarşamba
Hatikvah
İsrail Devleti'nin katliamları ve işlediği insanlık suçları kullanılarak bütün Yahudiler'e karşı uygulanan bir kampanya var. Sanki dünyadaki tüm Yahudiler Siyonistmiş, bu insanlık suçlarından hepsi sorumluymuş gibi... Bu kampanya dünyanın en büyük katliamcılarından, Yahudi Soykırımı'nın mimarı Adolf Hitler'e sempati beslemeye kadar gidiyor.
Ülkemizde her ne kadar çoğu dövülerek, sövülerek kovulmuş olsa da halen birçok Yahudi yaşıyor. Onlar bizimle aynı okullara gidiyor, aynı bakkaldan alışveriş yapıyor, aynı sokaklarda yürüyor, aynı havayı soluyor... Şu anda birlikte soluduğumuz hava da bu antisemitist hava... Belki fark edemiyoruz ama bu bir Yahudi için bu havayı solumak çok kolay değil. Hele geçmişte bu topraklarda olanları bilen bir Yahudi şu anda hayatından endişe edebilir ve bu endişesinde haklı olabilir.
İsrail Devleti'nin katliamlarından, insanlık suçlarından sorumlu olmayan; ülkemizde onbinlerce, dünyada milyonlarca Yahudi var. Bu antisemitist propagandaya prim vermeyelim. Bu masum insanların hedef gösterilmesine göz yummayalım. Masum insanlara kasteden İsrail Devleti'ne benzemeyelim.
Ülkemizde her ne kadar çoğu dövülerek, sövülerek kovulmuş olsa da halen birçok Yahudi yaşıyor. Onlar bizimle aynı okullara gidiyor, aynı bakkaldan alışveriş yapıyor, aynı sokaklarda yürüyor, aynı havayı soluyor... Şu anda birlikte soluduğumuz hava da bu antisemitist hava... Belki fark edemiyoruz ama bu bir Yahudi için bu havayı solumak çok kolay değil. Hele geçmişte bu topraklarda olanları bilen bir Yahudi şu anda hayatından endişe edebilir ve bu endişesinde haklı olabilir.
İsrail Devleti'nin katliamlarından, insanlık suçlarından sorumlu olmayan; ülkemizde onbinlerce, dünyada milyonlarca Yahudi var. Bu antisemitist propagandaya prim vermeyelim. Bu masum insanların hedef gösterilmesine göz yummayalım. Masum insanlara kasteden İsrail Devleti'ne benzemeyelim.
Nefret söylemine hayır!
Irkçılığa hayır!
Antisemitizme hayır!
Kahrolsun katil İsrail Devleti!
Yaşasın halkların kardeşliği!
Bu yazıyı facebook'tan, "İsrail Protestosu Adı Altında Antisemitist Propagandaya Hayır!" adlı gruptan aldım ve burada paylaşmam gerektiğini düşünüyorum. O gece o gemide olanları desteklemem mümkün değil ve İsrail'in yaptığı alçaklığı-hatta şapşallığı- kesinlikle kabul edilebilir bulmuyorum. Lakin tüm insanlar artık barışa aç iken, bu savaş çığlıklarını da aynı şekilde reddediyorum. Hıncınızı, içinizdeki acıyı bu şekilde akıtmaya çalışamazsınız. "Lanetlenmiş Irk" diyerek insanları baskı altına da alamazsınız.
Lütfen sadece derin bir nefes alın ve makul olun, tepki elbette gösterilmeli ama kan akıtarak, aynılaşarak, değil.
Barış için umut hala var.
Barış için umut hala var.
Hatikvah :)
Kendinize iyi bakın Ziyaretçiler,
Sevgilerimle
Sevgilerimle
Callieach Bheur
1 Haziran 2010 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)